27 Haziran 2013 Perşembe

10

hiçbir özelliği ya da çarpıcılığı olmayan, herhangi bir insanın herhangi bir günde rahatlıkla başına gelebilecek, basit bir olay bu. o yüzden okumak konusunda en ufak bir şüpheniz varsa okumamanızı öneririm. olay tamamen benimle ilgili ve anlatışım da. ne kadar basit ve önemsiz olduğunu kendim de çok iyi biliyorum fakat anlatmalıyım, kusmak gibi düşünün;orada olduğunu,yavaşça harekete geçtiğini bilirsiniz, ertelemeye ya da oldurmamaya çalışırsınız fakat o en son aşamaya geldiğinizde bir an önce bitmesini diler, bir an önce kurtulmak ister, öğürürsünüz. işte ben o son aşamadayım ve bir an önce kurtulmak istiyorum.
ilk gördüğümde hoşlanmamıştım ondan ya da özel olarak hiçbir şey hissetmemiştim. biliyorum bu, bu tarz hikayelerde çok şaşırtıcı bir giriş değil. ama bu hikaye bir aşk hikayesi değil, ya da tam olarak herhangi bir sınıftaki hikaye de değil-en azından benim için. bu iç boğan bir balonun içinde olup, onu patlatmak yerine içindeki havayı yavaşça boşaltıp daha da nefes alınmaz, daha da boğucu bir hale sokmanın hikayesi.neyse, daha fazla tanımlamalara boğulmadan tekrar başlamalıyım.
ilk gördüğümde hoşlanmamıştım ondan. bu kadar baştan başlamayacağım hikayeye, hatta sadece küçük bir kısmını anlatacağım ama biraz ön bilgi vermem gerekiyor. arkadaşlarımsa sanırım pek fazla benim gibi düşünmüyorlardı, hatta çok kısa zamanda en yakın arkadaşımla yakınlaşmışlar ve karşı cins hakkındaki merak ettikleri ya da anlamadıkları konular üzerinde şaşırtıcı bir açıklık ve dürüstlükle konuşmaya, tartışmaya başlamışlardı. ben bu durumdan garip bir kıskançlıkla beraber -fakat ondan çok daha baskın bir şekilde- bir eksiklik hissediyordum, sanırım hep kızlar hakkında rahatlıkla konuşabileceğim bir kız arkadaşım olmasını istediğimdendi ( ve doğal olarak ona karşı da heyecan beseleyeceğim biri) burada benim başkalarının sevdiği ya da beğendiği bir şeyi çok daha kolay beğenmeye olan inanılmaz yatkınlığımı belirtmek gerekiyor sanırım ki belki de en etkili faktör buydu bu hikayede. tüm bunların etkisiyle ben onunla daha fazla ilgilenmeye başladığımı ve arkadaş olmaya çalıştığımı düşünürken aslında onun etki alanına yavaş yavaş giriyordum.
zamanla zaten yeterince garip olan ilişkimiz daha da garipleşti.önceleri ortak arkadaşları olan iki tanıdıktık, sonra arkadaş olduk ve daha sonra yakın arkadaş.fakat  ona karşı olan hislerimi yakın arkadaşlıkla ya da alışılmış, bilinen herhangi bir tanımla ifade edemem.biliyorum ki birazdan yazdıklarımı okuduktan sonra siz bunu çok büyük bir rahatlıkla yapacaksınız ( hatta belki de çoktan yaptınız),önemli değil. şu an bu hikayeyi anlatıyor oluşum her şeyden daha hayati. onu tam olarak sevmeyerek seviyordum, ondan nefret ederken ona aşıktım, onu sürekli yanımda isterken yanından olanca gücümle kaçmaya çalışıyordum ve belki de ikilem yaşamadığım tek durum vardı onunla ilgili; bir şekilde, iyi ya da kötü, hep onu düşünüyordum. sanki beynimde garip bir hakimiyet sürüyor gibiydi. ben ne kadar düşünmememeye çalışırsam, o kadar düşünüyordum onu, ne kadar o yok dersem, o o kadar var oluyordu. her şey benimle mi ilgiliydi yoksa onunla mı? gerçekten bilmiyordum ve hala da bilmiyorum. bir yandan bu durumdan kurtulmaya çalışıp, cevaplar, çözüm yolları arıyordum bir yandan da acınası bir şekilde, herhangi bir cevap ya da yöntem bulsam bile bunu uygulayabilecek güce sahip olmadığımın bilincindeydim. bunun ne kadar kötü bir durum olduğunu yaşadıysanız bilirsiniz. sanki garip bir mazoşizm dalgasına kapılmıştım ve bu hal ne kadar acı verirse versin ondan kurtulmak için hiç çabalamıyor, hatta bu halimden zevk alıyor, bir şekilde yaşantıma anlam kattığını bile düşünüyordum.
hava o gün kapalıydı ve bulunduğumuz bina, çok geniş bir düzlüğün ortasında olduğundan kuvvetli ve soğuk bir rüzgar esiyor, pencerelerin camlarından rüzgar darbelerinin sertliğini vurgulayan sesler geliyor biraz daha eskimiş pencerelerden ise rüzgar ıslıklar çalarak içeriye sızıyordu. binanın ön cephesi ise nispeten daha az rüzgarlı ve sakindi ve önceki akşam yağan yağmurdan kalan su birikintileri ve  ve yine yağmur suyuyla garip bir temizlik ve parlaklığa bürünmüş,yaz kış yeşil yapraklı ağaçların görüntüsü, bana huzur veriyordu. bu seyre dalmışken onun sesini duydum fakat her zaman yaptığımdan farklı olarak o tarafa dönüp, heyecanla ona bakmadım. bu benim açımdan şaşırtıcıydı çünkü uzun zaman sonra ilk defa, çok küçük de olsa tahmin edilemez bir eylemde bulunmuştum. bu en çok da beni şaşırtmıştı ve kendimi yine uzun bir zaman sonra ilk defa yetkin hissetmiştim. hafif bir gülümsemeyle binanın ön cephesine ve penceredeki belli belirsiz yansımama bakmaya devam ettim. nedenini tam olarak bilmiyordum ama bu benim için küçük bir zafer gibiydi. sanki bir film sahnesindeydim ve tam o galipliğimi simgeleyen gülümseyişimin başladığı anda yüksek enerjili bir şarkı girmeliydi (bir rock şarkısı ya da insana değişik bir çoskunluk hissetiren herhangi bir şarkı, filmin geri kalanıyla da uyumlu olacak şekilde). o da bu garipliği hissetmiş olmalıydı ve onun hakkında bilmeniz gereken tek bir şey varsa o da sürprizlerden ya da anlamlandıramadığı, beklenmedik davranışlardan hiç hoşlanmadığıydı. kontrolün hep kendisinde olmasına bayılırdı, insanları etkilemeyi ve onları davranışlarını nasıl değiştirebildiğini, hakimiyetini, kudretini görmek ona büyük zevk verirdi ( ve ben tüm bunları yapabilmesi için kusursuz bir adaydım). onu göremiyordum fakat bir şekilde, garip bile olsa bu davranışıma bir karşılık vereceğini hissedebiliyordum. bunun nasıl olacağını düşünürken yanıma geldiğinin farkına varamamıştım ve omuzumdan dokunduğunda büyük bir telaşa kapıldım. o güne kadar duymadığım kadar yumuşak bir sesle adımı söyledi ve ben, içimdeki korku ve paniği çok net bir şekilde yansıtan gözlerimle ona baktım. "iyi misin?" dedi. sanki dünya çok daha yavaş dönmeye başlamıştı. birkaç dakika önce hissettiğim yetkinlik bir anda yerini müthiş bir acizliğe bırakmıştı. bir yandan içinde bulunduğum andan çok memnunken diğer yanda sanki kalbim eziliyordu. istediğimin bu an, bu ses, bu eller, bu gözler olduğunu çok iyi bilirken, bu anın çok kısa süreceğini biliyor olmak, göğsüm tam ortasından patlayıp ikiye ayrılacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. konuşamıyordum. yine o güne, o ana özgü yumuşak sesiyle adımı tekrar söyledi, gözlerini büyükçe açarak bana, sanki anlamak istercesine baktı. anlamamak onu çıldırtırdı. bir anda"haydi biraz dışarıda yürüyelim" dedim,tamamen kontrolümü kaybetmiş bir şekilde. düşüncelerim benden bağımsız bir şekilde harekete geçiyordu ve ben artık kendi eylemlerimin nesnesi durumundaydım. olacakları baskın bir korku ve biraz da heyecanla bekliyordum, çünkü kendi davranışlarımdan en çok şaşıracak olan, yine ben olacaktım.
su birikintilerinin arasında yürürken koluma girdi, midem öylesine kasıldı, tüm vücudum öylesine uyarıldı ki sanki kolum artık benim değildi, benden ayrılmış onun koluna girmiş bir şekilde duruyordu ve ben de tüm bunları uzaktan izliyordum. o anda ne konuştuğumuzu ya da nelere güldüğümüzü (güldük, bunu biliyorum, onu güldürebiliyordum) hatırlayamıyorum.tek hatırladığım onu ne kadar özel ve aynı anda ne kadar herkes gibi olduğuydu- en azından ben öyle hissediyordum.gerçek değilmiş gibiydi gözleri, sanki herkesten farklı yaratılmıştı. yanımdayken içimdeki gerçeklik duygusu tamamen kayboluyordu, kokusu, sesi başımı döndürüyor, garip bir sersemlik hissiyle beynim yavaşlıyor, kafatasım ağırlaşıyordu.her şey bir tablo gibiydi; koyu renklerin ( ve özellikle koyu grinin) baskın olduğu, onun dışındaki ben dahil her şeyin bulanık olduğu bir tablo.ilk kez o gün onu o kadar iyi hissedebiliyordum, ilk kez onun da bir yönüyle benim gibi, herkes gibi olduğunu farkedebiliyordum ve bu benim kafamı bulandırmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. kafamda sürekli dönen düşünceler vardı ve ben o anda, hayatımın belki de en heyecanla beklediğim, en mutlu olmam gereken o anda garip bir uyuşmuşlukla, tüm duyularım işlevlerini yitirmişçesine ona bırakmıştım kendimi. o anda hafif bir yağmur yağmaya başladı. ince ince yağan, hissedebildiğin ama göremediğin bir yağmur. belli belirsiz bir şekilde ıslanıyor ve bu durumdan büyük bir keyif alıyorduk. "biz" diyorum çünkü o an hiç hissedemediğim kadar iyi hissedebiliyordum onu. saçları koyulaşıyor, ıslanan boynundan hayran olduğum parfümünün kokusu daha belirgin bir şekilde burnuma geliyordu. dudakları ıslaklık ve soğuktan pembeliklerini kaybetmeye başlamıştı ve  onu o an öpmeliydim.o an,"o an"dı.bunu o zaman da en az şimdi olduğu kadar iyi biliyorum.
hikaye o zaman çok farklı olabilirdi ya da belki de hikayem hiç var olmazdı. onu öpmüş olsaydım belki geriye kalan tüm hayatımı o anın tekrar gelmesini bekleyerek geçirmezdim.öyle olsa belki daha az pişman ve kendimden daha az nefret ediyor olurdum. öyle olsa, belki o, midemde yavaşça harekete geçmezdi. belki ben onun içimde daha fazla kalması için, kaçınılmaz sonu ertelemek için mücadele etmezdim. belki o sonradan bir bulantıya dönüşmezdi, hep iyi kalırdı aklımda ya da hep kötü, en azından tutarlı ve sabit bir şekilde. ve belki de ben onu kusmak için, içimden atabilmek için bu kadar çabalamak zorunda kalmazdım.

o şarkı çalıyordu, onun çok sevdiği o şarkı.hava bulutluydu ve gözleri o havalarda hep olduğu gibi griydi.elleri soğuktu, gülümseyen dudakları ıslak.onu o an öpmeliydim,  öpmedim. o an düşüşümün zirve noktasıydı, düşüşlerin de bir zirvesi varsa eğer.

9


sapsarı saman kâğıtlarından, en ufak bir hoyratlıkta dağılıverecek bir şiir kitabına bakıyordu.birkaç şiir kitabı vardı fakat onlardan gerçekten hoşlandığını söyleyemezdi. şiirleri yüksek sesle okumayı seviyor, her kitabı eline alışta yüksek sesle, karşısında biri varmış gibi okumaya başlıyor sonra karşısında biri olmadığı gerçeğini üzülerek de olsa kabul edip bellediği birkaç hüzünlü şiirden birini okuma ihtiyacı duyuyordu. bu artık öyle bir ritüel halini almıştı ki bugün öyle olmayacaktıysa bile, öyle olacaktı ve o,bu durumdan çok da memnuniyetsiz gözükmüyordu.
kitabı, diğer kitapların oluşturduğu yığının üzerine bıraktı ve odasına yöneldi. tam olarak ne zaman giydiğini hatırlayamadığı birkaç parça kıyafet çıkardığı gibi koltuğun üstünde duruyordu. en temiz görünenini seçti ve üzerine giyerken kumaşın soğukluğundan ürperip titredi. son günlerde en canlı hissettiği andı, en yaşıyor hissettiği.
mutfakta bir gün daha kalsa kokuşacak çöp torbasını da eline alarak evden çıktı. hava o kadar bulutlu ve gri olmasına rağmen etrafa bakarken gözleri inanılmaz yoruluyordu. güneşli bir günde, öğle saati denize bakarmış gibi hissetti kendini. ucu görünmeyen deniz onu çok yorar, sanki beynini emip sonsuzluğuna katıyormuş gibi hissettirirdi. ağzına kadar dolduğu için düğüm atamadığı torbayı çöp tenekesine atarken, kutunun içinden bir kedi fırlar mı diye düşündü, bu korkuyla karışık heyecanı çocukluğundan beri her çöp atışında duyardı. o an bu küçük olaya bile heyecan kattığını ve yaşamdan zevk almayı bildiğini düşündü, hemen ardından bunu düşünebildiğine çok şaşırıp gülümsedi.
evi üzerinde bulunmasa çirkinliğinden tiksineceği sokakta yürüyordu. sözlerininin sadece bir kısmını hatırlayabildiği bir şarkıyı mırıldanıyor, hiçbir şey düşünmüyor, her türlü kararı bu kadar özgür olmaya alışmamış görünen, karasız ve özgüvensiz adımlarına bırakıyordu.
biraz sonra yağmur yağacaktı ve bunu, sokakta hızlı adımlarla yürüyen ve yüzlerindeki telaşın yaydığı çürümüş,morumsu bir kokuyla gezen diğer tüm insanlar gibi o da biliyordu.

23 Mart 2013 Cumartesi

8

yine o çok iyi bildiği melodi geliyordu kulağına. en ümitsiz anında, hayatının ümitsiz olduğunu ve yapacağını hiçbir şeyin, hiçbir şey fark ettirmeyeceğini suratına tokat gibi çarpan o melodi... kadere inanmayan biri nasıl buna zorlanmadan inanabilmişti?  kendi kendine konuştuğunun farkına ne zaman varacaktı? ya da neden kendi kendine konuştuğunun?
"hayat" dedi, yine zorlama bir genelleme, kendisinin bile hatırlamayacağı bir aforizma yaratmaya hazırlanıyordu. bu çabasının anlamsızlığını çok iyi biliyor olmasına rağmen, hiç yoktan yaşadığı ve yaşamak zorunda olduğu zamana bir anlam katmaya çalışıyor, kendisini biraz olsun özel hissetmek istiyordu. elinde tuttuğu en son ne zaman yıkandığı belli olmayan bardağı tüm kuvvetiyle sıktı. çok geçmeden bardak parçalara ayrılmıştı. avuçları derin kesiklerle dolmuş ve birkaç saniyelik bir duraksamanın ardından kırmızılıkla kaplanmıştı. ne yapacağını bilemedi ve kısa bir süre sadece durdu.
"hayat" dedi. kendini sıkarak biraz düşündü, söyleyecekleri çok fark edecekmiş gibi....

22 Mart 2013 Cuma

7

avuç içleri kan içindeydi. canının çok yanması gerektiği halde hiçbir acı hissetmemesini garip buluyordu. 
canlı hissetmenin en iyi yolu acı çekmek değil miydi? 
kanı neden demir tadındaydı?
hiçbir şey hissetmezken nasıl canlı sayılırdı?
aynalar canlılığının simgesi miydi?
aynada kendine baktığında ne gördüğü dünyanın umurunda mıydı?
elini musluğun altına tutup kanının akışını izledi. tüm bu sorulardan çok daha önemli ve hatta hayati bir soruya cevap vermeliydi, ne kadar aklına getirmemeye çalışsa da...
bunları, tüm bunları kendisi mi seçmişti?
vereceği her cevabın birbirinden acıklı olacağını biliyordu.
cevap vermeye korkuyordu.

20 Mart 2013 Çarşamba

6

tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. bunu ne kadar ciddiye alacağınızdan şüpheliyim. büyük ihtimal bir klişeden öte olmadığımı, sosyal yetersizlikle boğuşup suçu önce dışarıda sonra da daha insafsız bir biçimde kendimde bulduğumu söyleyeceksiniz. bu durumdan hiç memnun olmamakla birlikte size hayır diyemem. neyse anlatmak istediğim ben değilim.
tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. sanırım içten içe, tatmin olacağım bir hayat yaşayamayacağımı bildiğim içindi bu. en azından sonu etkileyici olmalıydı, en azından öldükten sonra değer kazanmalıydım. kafka gibi, tam olarak neden sevildiğini bir türlü anlamama rağmen...
tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. fakat onu görene kadar çok büyük bir yanlış yaptığımın farkında bile değildim. o tüm acımasızlığıyla karşımdaydı ve de gözleri.bugüne kadar hep sözlerle oyalanmıştım, iyice çatallaşmış kalın sesimle, dudaklarımın belli belirsiz hareketleriyle, birkaç günlük kırlaşmış sakalımla... hep kendimi hayal etmiştim, tekrar tekrar. ve şimdi o vardı, onun gözleri vardı. ve onun gözleri o sözleri söylerken bakmak istediğim gözlerdi. resmin son parçası da tamamlanmıştı. benim sözlerim, onun gözleri, onun elleri, onun sıcaklığı, onun nefesi.
tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. şu an gözlerini düşünüyorum.

4 Mart 2013 Pazartesi

5

"beni unutma"
dedi. kadehinden büyükçe bir yudum aldı. tırnakları ortalarına kadar yenmiş, kabuk bağlamış küçük yaralarla renklenmiş parmakları titriyordu.
"beni unutmamalı"
 dedi. konuşması düzenli olarak hızını ve akıcılığını yitiriyordu. karşısında dinleyen biri olsaydı, söylediklerini anlaması çok zor olurdu.
"beni unutmasa"
dedi. "bir gün, en beklenmedik bir gün, beni arasa, sesini unutmuş olsam ama nefesi titretse içimi."
"ben unutulur muyum?"
dedi. verdiği cevaba  inanmak istemiyordu.
"ben unutabilir miyim?"
dedi.

derin bir sessizlik oldu.

2 Mart 2013 Cumartesi

4

diğer koltuklar arasında kısa eteğiyle en rahat ve düzgün oturacağını düşündüğü kırmızı süet koltuğa oturdu. kendine güvenli bir havada saçlarını geriye savurdu ve sağ bacağını sol bacağının üstüne attı. bugünü uzun zamandır heyecanla beklemesine rağmen gergin hissetmemesinden memnundu(gerçi bunda gelmeden önce içtiği iki kadeh kırmızının da payı vardı)ondan önce üç kişi gelmişti ve ortamda garip olmasına rağmen yapmacık olmayan bir tanışma havası vardı. kırk yaşlarında, hafif kırlaşmış saçları ve kavruk teniyle sağlam ve güvenilir duran kerem bey kendini ona tanıttı. adamın, bacaklarına ya da bluzunun yakasındaki açıklıktan beyazlığı görünen büyükçe memelerine hiç bakmamasını garipsedi ve biraz da bozuldu. adam sanki herhangi bir davette tanıştığı, öylesine bir kişiymiş gibi davranmıştı ona. bir kartvizit değişmedikleri kalmıştı. kerem kibarca elini sıkıp memnuniyetini belirttikten sonra salona yeni giren, çok ince vücut yapısıyla bir kamış gibi yükselen ali yanına yaklaştı. kerem yanına geldiğinde ayağa kalkmış ve daha oturmamıştı. ali, kendisine doğru her adımında biraz daha heybetini kaybediyor, kemikli yapısı ve hastalıklı gibi görünen inceliğiyle insanın içini garip bir hissin kaplamasına neden oluyordu. o vücuttan çıkmasına hayret ettirecek derecede kalın  fakat yumuşak bir sesi vardı. keremden farklı olarak alinin, bacaklarına, özellikle burnu açık topuklu ayakkabılarının ucundaki ayak parmaklarına baktığını hissediyor ve bu garip bir şekilde hoşuna gidiyordu.normal bir zamanda hiç hoşlanmayacağı bir tip olan ali ve yine normal bir zamanda sapıkça diye niteleyeceği bakışları şu an normal ve hatta güzel geliyordu.
gelmesi beklenen herkesin gelmesinden kısa bir süre sonra ev sahibi meral hanım adet olduğu üzere kısa bir konuşma yaptı. konuşmasında kendisinin adı geçince biraz şaşırdı. meral hanım onu aralarında görmekten çok memnun olduklarını ve uyum sağlamak konusunda hiçbir sorun çıkmaması için herkesin elinden gelen tüm çabayı göstereceğine emin olduğunu söyledi.konuşmanın sonunda büyük avizeden yayılan ışığın parlaklığı kısıldı ve sarı loş ışık, odayı dumanlı bir aydınlıkla doldurdu.konuşmacının etrafında oluşan yuvarlak yavaş adımlarla bozulurken meral hanım hafifçe bağırarak ekledi: " unutmayın, burada hiçbir şey zorla değil"
kapının hemen yanında duran masanın üzerindeki özenle doldurulmuş kristal bardaklardan birini eline aldı ve kırmızı süet koltuğa doğru yöneldi. yine eteğine dikkat ederek koltuğa yerleşti ve elindeki bardaktan şarabını içmeye başladı. karşı duvarın kenarındaki yüksek masada cildi ellisini geçmiş, fiziği kırkına yeni basmış havası uyandıran krem rengi takımlı bir adamla, parlak, koyu kırmızı şık bir kıyafet girmiş otuz otuz beşlerinde gösteren bir kadın birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldıyor ve bu durumlarından çok hoşnut görünüyorlardı. kadın güzel değildi ama bakımlıydı.tüm vücudunu muhteşem bir biçimde saran çok büyük bir ihtimalle özel yapım elbisesi, onun parça parça değil bir bütün olarak algılanmasını sağlıyor ve ona genel bir güzellik ve çekicilik katıyordu.
biraz daha etrafına bakınca kendisi ve şişmanlığı nedeniyle olduğundan yaşlı gösteren bir kadın dışındaki kimsenin oturmadığını gördü. kendini kötü hissetti ve elindeki yarısı dolu kadehi bir dikişte içerek yenisini almak için ayağa kalktı. hafif hafif başının döndüğünü hissetti  ve bir adımını boşa attı. neredeyse düşecekken güçlü ama kaba saba bir el onu yakaladı.gözleri ve beyni sanki bir anda dumanlanmıştı ve çok az şeyi seçebiliyordu. adamın yüzüne bile bakmadan teşekkür ederek - ya da öyle yaptığını sanarak- zorlukla doğruldu. adamın güçlü eli vücudundan ayrılmamış,kürek kemiklerinin ortasından yavaşça aşağıya iniyordu. garip bir tiksintiyle beraber güçlü bir zevk duyuyor ve tepki veremiyordu.el bluzu bitirip eteğinin üzerinde dolaşmaya başladığında diğer el karnının üstünden hafifçe yukarı doğru çıkıyordu. gözlerini kapatmış kendini bırakmıştı. zaten  karşı koymak istemiyor, istese bile bu güçlü elleri arasından kurtulamayacağını hissediyordu. eteğinin yavaşça sıyrıldığını hissetti. elin soğukluğuyla irkildi. bunun üzerine el birkaç saniyeliğine çekilir gibi oldu başka bir tepki gelmeyince devam etti.adam diğer eliyle onu iyice kendine çekip burnunu boynuna dayadı. nefesinin sıcaklığını ve adamın parfümüyle kendisinden geçmişken, bacaklarında üçüncü bir el hissetti. bileklerinden kavramaya başlamış yavaşça yukarı çıkıyordu."bu ali olmalı" diye düşündü" zaten sürekli ayaklarıma bakıyordu".eller bacaklarının üst tarafına doğru çıktıkça garip bir sıcaklık ve korku duyuyor, sıyrılmış eteğiyle kendini güvensiz hissediyordu. o anda üçüncü elin sahibi (dizlerinin üzerinde olmalıydı) bacaklarının iç kısmını öpmeye başladı. bundan büyük bir zevk duyuyor fakat daha fazla ilerlemesini istemiyordu. bu arada kaba eller bacaklarının arasını ve memelerini bazen hoyrat  bazen nazikçe okşuyor, adamın kısa sakalları boynuna batıyordu. 
bir anda beynindeki uyuşmuşluk hissi kaybolur gibi oldu ve nerede olduğunu hatırladı. salonun tam ortasında olmalıydı ve bundan korkarak gözlerini yavaşça araladı. etraflarında birkaç kişi vardı fakat onu şaşırtan bir biçimde normal gözlerle onu izliyorlar, aralarında konuşuyorlar ve bazıları yavaş hareketlerle birbirlerine dokunuyorlardı. o an bu topluluktan, bu salondan ve çevresindeki her şeyden müthiş bir tiksinti duydu. kurtulmaya çabaladı ama memelerinin üstündeki elden ve arkasındaki iri vücuttan kurtulamıyordu. bacaklarını usanmadan yalayan adamdan kurtulmak için bacağını kuvvetlice savurdu. salonda bir gürültü ve hemen ardından derin bir sessizlik oldu. onu bırakmayacakmışçasına saran ellerden bir anda kurtuldu. önünde kerem vardı ve yüzü kan içindeydi.herkes yargılayan bakışlarla ona bakıyor o ise ne yapacağını bilemiyordu. kafası yeniden bulanıyor ve kendini kontrol etmekte zorlanıyordu.kapıya doğru koştu ve aceleyle kendini dışarıya attı. sinir bozucu bakımlılıktaki bahçeyi tam ortadan yaran taş yolda koşar adım yürüdü. evine nasıl döneceğini bilmemesine rağmen kendinden emin bir şekilde bahçe kapısından çıkıp sola döndü. sağlıklı düşünmek için durdu ve ve derin nefesler aldı. tam olarak nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyordu.