23 Mart 2013 Cumartesi

8

yine o çok iyi bildiği melodi geliyordu kulağına. en ümitsiz anında, hayatının ümitsiz olduğunu ve yapacağını hiçbir şeyin, hiçbir şey fark ettirmeyeceğini suratına tokat gibi çarpan o melodi... kadere inanmayan biri nasıl buna zorlanmadan inanabilmişti?  kendi kendine konuştuğunun farkına ne zaman varacaktı? ya da neden kendi kendine konuştuğunun?
"hayat" dedi, yine zorlama bir genelleme, kendisinin bile hatırlamayacağı bir aforizma yaratmaya hazırlanıyordu. bu çabasının anlamsızlığını çok iyi biliyor olmasına rağmen, hiç yoktan yaşadığı ve yaşamak zorunda olduğu zamana bir anlam katmaya çalışıyor, kendisini biraz olsun özel hissetmek istiyordu. elinde tuttuğu en son ne zaman yıkandığı belli olmayan bardağı tüm kuvvetiyle sıktı. çok geçmeden bardak parçalara ayrılmıştı. avuçları derin kesiklerle dolmuş ve birkaç saniyelik bir duraksamanın ardından kırmızılıkla kaplanmıştı. ne yapacağını bilemedi ve kısa bir süre sadece durdu.
"hayat" dedi. kendini sıkarak biraz düşündü, söyleyecekleri çok fark edecekmiş gibi....

22 Mart 2013 Cuma

7

avuç içleri kan içindeydi. canının çok yanması gerektiği halde hiçbir acı hissetmemesini garip buluyordu. 
canlı hissetmenin en iyi yolu acı çekmek değil miydi? 
kanı neden demir tadındaydı?
hiçbir şey hissetmezken nasıl canlı sayılırdı?
aynalar canlılığının simgesi miydi?
aynada kendine baktığında ne gördüğü dünyanın umurunda mıydı?
elini musluğun altına tutup kanının akışını izledi. tüm bu sorulardan çok daha önemli ve hatta hayati bir soruya cevap vermeliydi, ne kadar aklına getirmemeye çalışsa da...
bunları, tüm bunları kendisi mi seçmişti?
vereceği her cevabın birbirinden acıklı olacağını biliyordu.
cevap vermeye korkuyordu.

20 Mart 2013 Çarşamba

6

tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. bunu ne kadar ciddiye alacağınızdan şüpheliyim. büyük ihtimal bir klişeden öte olmadığımı, sosyal yetersizlikle boğuşup suçu önce dışarıda sonra da daha insafsız bir biçimde kendimde bulduğumu söyleyeceksiniz. bu durumdan hiç memnun olmamakla birlikte size hayır diyemem. neyse anlatmak istediğim ben değilim.
tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. sanırım içten içe, tatmin olacağım bir hayat yaşayamayacağımı bildiğim içindi bu. en azından sonu etkileyici olmalıydı, en azından öldükten sonra değer kazanmalıydım. kafka gibi, tam olarak neden sevildiğini bir türlü anlamama rağmen...
tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. fakat onu görene kadar çok büyük bir yanlış yaptığımın farkında bile değildim. o tüm acımasızlığıyla karşımdaydı ve de gözleri.bugüne kadar hep sözlerle oyalanmıştım, iyice çatallaşmış kalın sesimle, dudaklarımın belli belirsiz hareketleriyle, birkaç günlük kırlaşmış sakalımla... hep kendimi hayal etmiştim, tekrar tekrar. ve şimdi o vardı, onun gözleri vardı. ve onun gözleri o sözleri söylerken bakmak istediğim gözlerdi. resmin son parçası da tamamlanmıştı. benim sözlerim, onun gözleri, onun elleri, onun sıcaklığı, onun nefesi.
tüm hayatım boyunca son sözlerimi düşündüm. şu an gözlerini düşünüyorum.

4 Mart 2013 Pazartesi

5

"beni unutma"
dedi. kadehinden büyükçe bir yudum aldı. tırnakları ortalarına kadar yenmiş, kabuk bağlamış küçük yaralarla renklenmiş parmakları titriyordu.
"beni unutmamalı"
 dedi. konuşması düzenli olarak hızını ve akıcılığını yitiriyordu. karşısında dinleyen biri olsaydı, söylediklerini anlaması çok zor olurdu.
"beni unutmasa"
dedi. "bir gün, en beklenmedik bir gün, beni arasa, sesini unutmuş olsam ama nefesi titretse içimi."
"ben unutulur muyum?"
dedi. verdiği cevaba  inanmak istemiyordu.
"ben unutabilir miyim?"
dedi.

derin bir sessizlik oldu.

2 Mart 2013 Cumartesi

4

diğer koltuklar arasında kısa eteğiyle en rahat ve düzgün oturacağını düşündüğü kırmızı süet koltuğa oturdu. kendine güvenli bir havada saçlarını geriye savurdu ve sağ bacağını sol bacağının üstüne attı. bugünü uzun zamandır heyecanla beklemesine rağmen gergin hissetmemesinden memnundu(gerçi bunda gelmeden önce içtiği iki kadeh kırmızının da payı vardı)ondan önce üç kişi gelmişti ve ortamda garip olmasına rağmen yapmacık olmayan bir tanışma havası vardı. kırk yaşlarında, hafif kırlaşmış saçları ve kavruk teniyle sağlam ve güvenilir duran kerem bey kendini ona tanıttı. adamın, bacaklarına ya da bluzunun yakasındaki açıklıktan beyazlığı görünen büyükçe memelerine hiç bakmamasını garipsedi ve biraz da bozuldu. adam sanki herhangi bir davette tanıştığı, öylesine bir kişiymiş gibi davranmıştı ona. bir kartvizit değişmedikleri kalmıştı. kerem kibarca elini sıkıp memnuniyetini belirttikten sonra salona yeni giren, çok ince vücut yapısıyla bir kamış gibi yükselen ali yanına yaklaştı. kerem yanına geldiğinde ayağa kalkmış ve daha oturmamıştı. ali, kendisine doğru her adımında biraz daha heybetini kaybediyor, kemikli yapısı ve hastalıklı gibi görünen inceliğiyle insanın içini garip bir hissin kaplamasına neden oluyordu. o vücuttan çıkmasına hayret ettirecek derecede kalın  fakat yumuşak bir sesi vardı. keremden farklı olarak alinin, bacaklarına, özellikle burnu açık topuklu ayakkabılarının ucundaki ayak parmaklarına baktığını hissediyor ve bu garip bir şekilde hoşuna gidiyordu.normal bir zamanda hiç hoşlanmayacağı bir tip olan ali ve yine normal bir zamanda sapıkça diye niteleyeceği bakışları şu an normal ve hatta güzel geliyordu.
gelmesi beklenen herkesin gelmesinden kısa bir süre sonra ev sahibi meral hanım adet olduğu üzere kısa bir konuşma yaptı. konuşmasında kendisinin adı geçince biraz şaşırdı. meral hanım onu aralarında görmekten çok memnun olduklarını ve uyum sağlamak konusunda hiçbir sorun çıkmaması için herkesin elinden gelen tüm çabayı göstereceğine emin olduğunu söyledi.konuşmanın sonunda büyük avizeden yayılan ışığın parlaklığı kısıldı ve sarı loş ışık, odayı dumanlı bir aydınlıkla doldurdu.konuşmacının etrafında oluşan yuvarlak yavaş adımlarla bozulurken meral hanım hafifçe bağırarak ekledi: " unutmayın, burada hiçbir şey zorla değil"
kapının hemen yanında duran masanın üzerindeki özenle doldurulmuş kristal bardaklardan birini eline aldı ve kırmızı süet koltuğa doğru yöneldi. yine eteğine dikkat ederek koltuğa yerleşti ve elindeki bardaktan şarabını içmeye başladı. karşı duvarın kenarındaki yüksek masada cildi ellisini geçmiş, fiziği kırkına yeni basmış havası uyandıran krem rengi takımlı bir adamla, parlak, koyu kırmızı şık bir kıyafet girmiş otuz otuz beşlerinde gösteren bir kadın birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldıyor ve bu durumlarından çok hoşnut görünüyorlardı. kadın güzel değildi ama bakımlıydı.tüm vücudunu muhteşem bir biçimde saran çok büyük bir ihtimalle özel yapım elbisesi, onun parça parça değil bir bütün olarak algılanmasını sağlıyor ve ona genel bir güzellik ve çekicilik katıyordu.
biraz daha etrafına bakınca kendisi ve şişmanlığı nedeniyle olduğundan yaşlı gösteren bir kadın dışındaki kimsenin oturmadığını gördü. kendini kötü hissetti ve elindeki yarısı dolu kadehi bir dikişte içerek yenisini almak için ayağa kalktı. hafif hafif başının döndüğünü hissetti  ve bir adımını boşa attı. neredeyse düşecekken güçlü ama kaba saba bir el onu yakaladı.gözleri ve beyni sanki bir anda dumanlanmıştı ve çok az şeyi seçebiliyordu. adamın yüzüne bile bakmadan teşekkür ederek - ya da öyle yaptığını sanarak- zorlukla doğruldu. adamın güçlü eli vücudundan ayrılmamış,kürek kemiklerinin ortasından yavaşça aşağıya iniyordu. garip bir tiksintiyle beraber güçlü bir zevk duyuyor ve tepki veremiyordu.el bluzu bitirip eteğinin üzerinde dolaşmaya başladığında diğer el karnının üstünden hafifçe yukarı doğru çıkıyordu. gözlerini kapatmış kendini bırakmıştı. zaten  karşı koymak istemiyor, istese bile bu güçlü elleri arasından kurtulamayacağını hissediyordu. eteğinin yavaşça sıyrıldığını hissetti. elin soğukluğuyla irkildi. bunun üzerine el birkaç saniyeliğine çekilir gibi oldu başka bir tepki gelmeyince devam etti.adam diğer eliyle onu iyice kendine çekip burnunu boynuna dayadı. nefesinin sıcaklığını ve adamın parfümüyle kendisinden geçmişken, bacaklarında üçüncü bir el hissetti. bileklerinden kavramaya başlamış yavaşça yukarı çıkıyordu."bu ali olmalı" diye düşündü" zaten sürekli ayaklarıma bakıyordu".eller bacaklarının üst tarafına doğru çıktıkça garip bir sıcaklık ve korku duyuyor, sıyrılmış eteğiyle kendini güvensiz hissediyordu. o anda üçüncü elin sahibi (dizlerinin üzerinde olmalıydı) bacaklarının iç kısmını öpmeye başladı. bundan büyük bir zevk duyuyor fakat daha fazla ilerlemesini istemiyordu. bu arada kaba eller bacaklarının arasını ve memelerini bazen hoyrat  bazen nazikçe okşuyor, adamın kısa sakalları boynuna batıyordu. 
bir anda beynindeki uyuşmuşluk hissi kaybolur gibi oldu ve nerede olduğunu hatırladı. salonun tam ortasında olmalıydı ve bundan korkarak gözlerini yavaşça araladı. etraflarında birkaç kişi vardı fakat onu şaşırtan bir biçimde normal gözlerle onu izliyorlar, aralarında konuşuyorlar ve bazıları yavaş hareketlerle birbirlerine dokunuyorlardı. o an bu topluluktan, bu salondan ve çevresindeki her şeyden müthiş bir tiksinti duydu. kurtulmaya çabaladı ama memelerinin üstündeki elden ve arkasındaki iri vücuttan kurtulamıyordu. bacaklarını usanmadan yalayan adamdan kurtulmak için bacağını kuvvetlice savurdu. salonda bir gürültü ve hemen ardından derin bir sessizlik oldu. onu bırakmayacakmışçasına saran ellerden bir anda kurtuldu. önünde kerem vardı ve yüzü kan içindeydi.herkes yargılayan bakışlarla ona bakıyor o ise ne yapacağını bilemiyordu. kafası yeniden bulanıyor ve kendini kontrol etmekte zorlanıyordu.kapıya doğru koştu ve aceleyle kendini dışarıya attı. sinir bozucu bakımlılıktaki bahçeyi tam ortadan yaran taş yolda koşar adım yürüdü. evine nasıl döneceğini bilmemesine rağmen kendinden emin bir şekilde bahçe kapısından çıkıp sola döndü. sağlıklı düşünmek için durdu ve ve derin nefesler aldı. tam olarak nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyordu.

3

içinde bir şekilde yapması gereken fakat hiçbir şekilde başlayamadığı işlerin getirdiği bir sıkıntı vardı. bu küçük odasında oturmak ona sıkıntı verse de dışarı çıkmak için harcayacağı çabaya değecek bir bahane bulamıyordu. yatağında uzanmış ayaklarına bakıyor, vücudundaki bu yumuşak miskinliğin ve beynindeki uyuşmuşluğun geçmesini umutsuzca bekliyordu. kendini biraz zorlayarak kalktı ve yüzünü yıkadı. su o kadar soğuktu ki bir süre sonra elleri yanıyormuş gibi hissetti. küfrederek yatağının da bulunduğu odasının havasızlık ve uyku kokan bölümüne döndü. kalın perdeler onun dış dünyayla ilişkisini kesse de odanın parlaklığının kısa süreler içinde artıp azalması,havanın çok bulutlu olduğunu anlamasını sağlıyordu."bulutlu havaları hiç sevmem" diye içinden geçirdi. aslında bugüne kadar bulutlu havalarla bir alıp veremediği yoktu, hatta gözü kör etmek istermişçesine parlayan güneşli havalara tercih ederdi ama şu an içindeki negatifliğe bir neden bulmak zorundaydı, bir şeyden nefret etmesi ve kendini kandırması, en azından birine anlatması gerekirse - ki pek gerekmezdi- güzel bir bahane sunması gerektiğini hissediyordu.yavaş ve isteksiz adımlarla tekrar yatağına yöneldi ve kararsızca oturdu. göbeğini çıkarmış, kambur bir şekilde yatağında oturuyor, boş bakışlarla karşısındaki açık yeşil duvarı izliyordu. kalorifer peteğinin üstündeki karartılara bakıyor, duvarın kaç yıldır boyanmamış olduğunu tahmin etmeye çalışıyordu.
o sırada kapı çaldı. birini beklemediği zamanlar-ki beklediği de çok az görülürdü- kapının çalınmasından çok korkardı. yavaşça doğruldu ve kapıya doğru bir adım attı. içindeki korku ve endişe gitgide artıyor ve vücudunun kontrolünü ele geçiriyordu. kapıya gitmek, delikten bakmak, kapının soğuk metal koluna dokunmak ve kapıyı açıp karşısındakine korkulu gözlerini göstermek istemiyordu. ama kontrol onda değildi işte. kapının önüne gelmişti ve önceki aşamaları atlayarak direkt olarak elini kapı koluna götürdü. metalin soğukluğu hal yanma hissi geçmemiş olan ellerini biraz rahatlattı. kapı yavaşça gıcırdayarak aralandı. korkulu gözlerle olacakları bekliyordu.