hiçbir özelliği ya da çarpıcılığı olmayan, herhangi bir insanın herhangi bir günde rahatlıkla başına gelebilecek, basit bir olay bu. o yüzden okumak konusunda en ufak bir şüpheniz varsa okumamanızı öneririm. olay tamamen benimle ilgili ve anlatışım da. ne kadar basit ve önemsiz olduğunu kendim de çok iyi biliyorum fakat anlatmalıyım, kusmak gibi düşünün;orada olduğunu,yavaşça harekete geçtiğini bilirsiniz, ertelemeye ya da oldurmamaya çalışırsınız fakat o en son aşamaya geldiğinizde bir an önce bitmesini diler, bir an önce kurtulmak ister, öğürürsünüz. işte ben o son aşamadayım ve bir an önce kurtulmak istiyorum.
ilk gördüğümde hoşlanmamıştım ondan ya da özel olarak hiçbir şey hissetmemiştim. biliyorum bu, bu tarz hikayelerde çok şaşırtıcı bir giriş değil. ama bu hikaye bir aşk hikayesi değil, ya da tam olarak herhangi bir sınıftaki hikaye de değil-en azından benim için. bu iç boğan bir balonun içinde olup, onu patlatmak yerine içindeki havayı yavaşça boşaltıp daha da nefes alınmaz, daha da boğucu bir hale sokmanın hikayesi.neyse, daha fazla tanımlamalara boğulmadan tekrar başlamalıyım.
ilk gördüğümde hoşlanmamıştım ondan. bu kadar baştan başlamayacağım hikayeye, hatta sadece küçük bir kısmını anlatacağım ama biraz ön bilgi vermem gerekiyor. arkadaşlarımsa sanırım pek fazla benim gibi düşünmüyorlardı, hatta çok kısa zamanda en yakın arkadaşımla yakınlaşmışlar ve karşı cins hakkındaki merak ettikleri ya da anlamadıkları konular üzerinde şaşırtıcı bir açıklık ve dürüstlükle konuşmaya, tartışmaya başlamışlardı. ben bu durumdan garip bir kıskançlıkla beraber -fakat ondan çok daha baskın bir şekilde- bir eksiklik hissediyordum, sanırım hep kızlar hakkında rahatlıkla konuşabileceğim bir kız arkadaşım olmasını istediğimdendi ( ve doğal olarak ona karşı da heyecan beseleyeceğim biri) burada benim başkalarının sevdiği ya da beğendiği bir şeyi çok daha kolay beğenmeye olan inanılmaz yatkınlığımı belirtmek gerekiyor sanırım ki belki de en etkili faktör buydu bu hikayede. tüm bunların etkisiyle ben onunla daha fazla ilgilenmeye başladığımı ve arkadaş olmaya çalıştığımı düşünürken aslında onun etki alanına yavaş yavaş giriyordum.
zamanla zaten yeterince garip olan ilişkimiz daha da garipleşti.önceleri ortak arkadaşları olan iki tanıdıktık, sonra arkadaş olduk ve daha sonra yakın arkadaş.fakat ona karşı olan hislerimi yakın arkadaşlıkla ya da alışılmış, bilinen herhangi bir tanımla ifade edemem.biliyorum ki birazdan yazdıklarımı okuduktan sonra siz bunu çok büyük bir rahatlıkla yapacaksınız ( hatta belki de çoktan yaptınız),önemli değil. şu an bu hikayeyi anlatıyor oluşum her şeyden daha hayati. onu tam olarak sevmeyerek seviyordum, ondan nefret ederken ona aşıktım, onu sürekli yanımda isterken yanından olanca gücümle kaçmaya çalışıyordum ve belki de ikilem yaşamadığım tek durum vardı onunla ilgili; bir şekilde, iyi ya da kötü, hep onu düşünüyordum. sanki beynimde garip bir hakimiyet sürüyor gibiydi. ben ne kadar düşünmememeye çalışırsam, o kadar düşünüyordum onu, ne kadar o yok dersem, o o kadar var oluyordu. her şey benimle mi ilgiliydi yoksa onunla mı? gerçekten bilmiyordum ve hala da bilmiyorum. bir yandan bu durumdan kurtulmaya çalışıp, cevaplar, çözüm yolları arıyordum bir yandan da acınası bir şekilde, herhangi bir cevap ya da yöntem bulsam bile bunu uygulayabilecek güce sahip olmadığımın bilincindeydim. bunun ne kadar kötü bir durum olduğunu yaşadıysanız bilirsiniz. sanki garip bir mazoşizm dalgasına kapılmıştım ve bu hal ne kadar acı verirse versin ondan kurtulmak için hiç çabalamıyor, hatta bu halimden zevk alıyor, bir şekilde yaşantıma anlam kattığını bile düşünüyordum.
hava o gün kapalıydı ve bulunduğumuz bina, çok geniş bir düzlüğün ortasında olduğundan kuvvetli ve soğuk bir rüzgar esiyor, pencerelerin camlarından rüzgar darbelerinin sertliğini vurgulayan sesler geliyor biraz daha eskimiş pencerelerden ise rüzgar ıslıklar çalarak içeriye sızıyordu. binanın ön cephesi ise nispeten daha az rüzgarlı ve sakindi ve önceki akşam yağan yağmurdan kalan su birikintileri ve ve yine yağmur suyuyla garip bir temizlik ve parlaklığa bürünmüş,yaz kış yeşil yapraklı ağaçların görüntüsü, bana huzur veriyordu. bu seyre dalmışken onun sesini duydum fakat her zaman yaptığımdan farklı olarak o tarafa dönüp, heyecanla ona bakmadım. bu benim açımdan şaşırtıcıydı çünkü uzun zaman sonra ilk defa, çok küçük de olsa tahmin edilemez bir eylemde bulunmuştum. bu en çok da beni şaşırtmıştı ve kendimi yine uzun bir zaman sonra ilk defa yetkin hissetmiştim. hafif bir gülümsemeyle binanın ön cephesine ve penceredeki belli belirsiz yansımama bakmaya devam ettim. nedenini tam olarak bilmiyordum ama bu benim için küçük bir zafer gibiydi. sanki bir film sahnesindeydim ve tam o galipliğimi simgeleyen gülümseyişimin başladığı anda yüksek enerjili bir şarkı girmeliydi (bir rock şarkısı ya da insana değişik bir çoskunluk hissetiren herhangi bir şarkı, filmin geri kalanıyla da uyumlu olacak şekilde). o da bu garipliği hissetmiş olmalıydı ve onun hakkında bilmeniz gereken tek bir şey varsa o da sürprizlerden ya da anlamlandıramadığı, beklenmedik davranışlardan hiç hoşlanmadığıydı. kontrolün hep kendisinde olmasına bayılırdı, insanları etkilemeyi ve onları davranışlarını nasıl değiştirebildiğini, hakimiyetini, kudretini görmek ona büyük zevk verirdi ( ve ben tüm bunları yapabilmesi için kusursuz bir adaydım). onu göremiyordum fakat bir şekilde, garip bile olsa bu davranışıma bir karşılık vereceğini hissedebiliyordum. bunun nasıl olacağını düşünürken yanıma geldiğinin farkına varamamıştım ve omuzumdan dokunduğunda büyük bir telaşa kapıldım. o güne kadar duymadığım kadar yumuşak bir sesle adımı söyledi ve ben, içimdeki korku ve paniği çok net bir şekilde yansıtan gözlerimle ona baktım. "iyi misin?" dedi. sanki dünya çok daha yavaş dönmeye başlamıştı. birkaç dakika önce hissettiğim yetkinlik bir anda yerini müthiş bir acizliğe bırakmıştı. bir yandan içinde bulunduğum andan çok memnunken diğer yanda sanki kalbim eziliyordu. istediğimin bu an, bu ses, bu eller, bu gözler olduğunu çok iyi bilirken, bu anın çok kısa süreceğini biliyor olmak, göğsüm tam ortasından patlayıp ikiye ayrılacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. konuşamıyordum. yine o güne, o ana özgü yumuşak sesiyle adımı tekrar söyledi, gözlerini büyükçe açarak bana, sanki anlamak istercesine baktı. anlamamak onu çıldırtırdı. bir anda"haydi biraz dışarıda yürüyelim" dedim,tamamen kontrolümü kaybetmiş bir şekilde. düşüncelerim benden bağımsız bir şekilde harekete geçiyordu ve ben artık kendi eylemlerimin nesnesi durumundaydım. olacakları baskın bir korku ve biraz da heyecanla bekliyordum, çünkü kendi davranışlarımdan en çok şaşıracak olan, yine ben olacaktım.
su birikintilerinin arasında yürürken koluma girdi, midem öylesine kasıldı, tüm vücudum öylesine uyarıldı ki sanki kolum artık benim değildi, benden ayrılmış onun koluna girmiş bir şekilde duruyordu ve ben de tüm bunları uzaktan izliyordum. o anda ne konuştuğumuzu ya da nelere güldüğümüzü (güldük, bunu biliyorum, onu güldürebiliyordum) hatırlayamıyorum.tek hatırladığım onu ne kadar özel ve aynı anda ne kadar herkes gibi olduğuydu- en azından ben öyle hissediyordum.gerçek değilmiş gibiydi gözleri, sanki herkesten farklı yaratılmıştı. yanımdayken içimdeki gerçeklik duygusu tamamen kayboluyordu, kokusu, sesi başımı döndürüyor, garip bir sersemlik hissiyle beynim yavaşlıyor, kafatasım ağırlaşıyordu.her şey bir tablo gibiydi; koyu renklerin ( ve özellikle koyu grinin) baskın olduğu, onun dışındaki ben dahil her şeyin bulanık olduğu bir tablo.ilk kez o gün onu o kadar iyi hissedebiliyordum, ilk kez onun da bir yönüyle benim gibi, herkes gibi olduğunu farkedebiliyordum ve bu benim kafamı bulandırmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. kafamda sürekli dönen düşünceler vardı ve ben o anda, hayatımın belki de en heyecanla beklediğim, en mutlu olmam gereken o anda garip bir uyuşmuşlukla, tüm duyularım işlevlerini yitirmişçesine ona bırakmıştım kendimi. o anda hafif bir yağmur yağmaya başladı. ince ince yağan, hissedebildiğin ama göremediğin bir yağmur. belli belirsiz bir şekilde ıslanıyor ve bu durumdan büyük bir keyif alıyorduk. "biz" diyorum çünkü o an hiç hissedemediğim kadar iyi hissedebiliyordum onu. saçları koyulaşıyor, ıslanan boynundan hayran olduğum parfümünün kokusu daha belirgin bir şekilde burnuma geliyordu. dudakları ıslaklık ve soğuktan pembeliklerini kaybetmeye başlamıştı ve onu o an öpmeliydim.o an,"o an"dı.bunu o zaman da en az şimdi olduğu kadar iyi biliyorum.
hikaye o zaman çok farklı olabilirdi ya da belki de hikayem hiç var olmazdı. onu öpmüş olsaydım belki geriye kalan tüm hayatımı o anın tekrar gelmesini bekleyerek geçirmezdim.öyle olsa belki daha az pişman ve kendimden daha az nefret ediyor olurdum. öyle olsa, belki o, midemde yavaşça harekete geçmezdi. belki ben onun içimde daha fazla kalması için, kaçınılmaz sonu ertelemek için mücadele etmezdim. belki o sonradan bir bulantıya dönüşmezdi, hep iyi kalırdı aklımda ya da hep kötü, en azından tutarlı ve sabit bir şekilde. ve belki de ben onu kusmak için, içimden atabilmek için bu kadar çabalamak zorunda kalmazdım.
o şarkı çalıyordu, onun çok sevdiği o şarkı.hava bulutluydu ve gözleri o havalarda hep olduğu gibi griydi.elleri soğuktu, gülümseyen dudakları ıslak.onu o an öpmeliydim, öpmedim. o an düşüşümün zirve noktasıydı, düşüşlerin de bir zirvesi varsa eğer.